SEVGİ :
Sevgi:
Erdemli olmaktır.
Sevgi, yaratılan
her şeyi sevmektir, razı olmaktır. Yaratandan ötürü ve o gözle bakmaktır kainata.
Yaratılan hiçbir
şey gereksiz ya da noksan değildir. Noksan, gereksiz ya da çirkin diye ifade ettiklerimiz bizim kendi eksiğimizdir.
Sevgi
gece gibidir sevgisizliği örter.
Sevgi; sevilmeden sevmek ve almadan vermektir.
Dünyaya bakın, yaratılan
her şey insanların hizmetine sunulmuştur. Beş duyumuzla asıl önemlisi de gönül gözümüzle seyredebilirsek
bu alemi; insana ne kadar değer verildiğini görürüz de biz aynı değeri veremeyiz kendimize.
Kendimizi
sevmeyi dolayısıyla da tüm insanlığa sevgi penceresinde bakmayı beceremeyiz. En büyük kötülüğü
yine kendimiz yaparız kendimize.
İnsan olmaktır sevmek.. ..
sevgi aşk
demektir hepimizin bildiği gibi de aşk çok güzel bişeydir.sevginin anlamı saymakla bitmez ama en güzel
anlamı aşktır...
sevgi yaşamak
demektir.sevgi binevi yaşama kaynağıdır.Aşkda aynıdır.Ama sevginin yeri çok ayrıdır.Sevgisiz
hiç bişey olmaz.Aşk bile sevgi ile olur.Bu yüzden sevmek zordur
ama en güzel anlamıda sevginin aşktır
sevgi yürekte
biriken tüm olumlu düşüncelerin dışa vurumudur...sadece aşkla sınırlayamayız...sevgi çok
büyük bir okyanustur...aşk ancak içinde bir su damlası olabilir...sevmek,kuşu böceği çiçeği...anneyi
babayı dostu...zamanı anıları...umudu...hiç tanımadığın birini...ve daha bir çok şeyi....
sevgi;yüreğimizin
en derinliklerinde saklanan ve ortaya çıkmak için gerçek seveni ve sevgiye dair ne olursa olsun umudunun hiç tükenmediği
ni bilen birini beklemektir...
SEVGİ:karşılığını
almayacağını bilerek ekmektir..
SEVGİ:"yetti artık" diyememektir.
SEVGİ: Allahın
insanın ruhuna kendi nurundan kattığı güzellik, insana en büyük ihsan
Sevgi,
"İnsan ı bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye
yönelten duygu" olarak tanımlanırsa da, bu tanımın yetersiz ve yüzeysel olduğunu söyleyen birçok
Kişi , sevginin tam anlamıyla tanımlanamayacağını düşünmektedir.
Sevgi denildiğinde
genellikle akla ilk önce, iki karşı cins arasındaki duygusal çekim gelmekteyse de, aslında sevgi, yöneldiği
hedefe (sevgiliye duyulan sevgi, Allah (c.c) sevgisi, Vatan sevgisi, ebeveyn e duyulan sevgi, çocuğa duyulan sevgi
vs.) ve biçimlerine bağlı olarak büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Şefkat , Merhamet ve Fedakarlık
sevginin farklı kılıklardaki yansımalarıdır.
Sevgi insanların
ruhunda bulunan değerli ve olumlu bir yetenektir.
Fakat insanlar
bu yeteneklerini her zaman ideale yakın bir değer olarak kullanamamaktadırlar. Yani insanlar birbirlerini gerektiği
gibi sevememektedirler.
Sevgi her şeyden
önce fedakarlıktır, yani hiçbir karşılık beklemeden başkasına kendinden bir şeyler
vermek esasına dayanır.
Gerçek sevgi
merhamet, şefkat, fedakarlık gibi diğerkamca davranışlarla, uygulamalarla kendini gösterir; aksi
takdirde kuru bir laftan ibaret kalır.
Gerçek mutluluk,
ebedi olmayan maddi değerlerle değil, ebedi olan canlı varlıklara, özellikle insana duyulan sevgiyle ve
diğer değer hareketleri ile ilgilidir.
SAYGI :
İnsanlar
arasındaki ilişkilerin en önemli kuralı sevgi ve saygıdır. Bu yüzden, her İnsan çevresinden
sevgi ve saygı bekler. Sevgili Peygamberimizin bu konuda çok güzel bir sözü vardır: 'İnsan, kendisine
nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına karşı da öyle davranmalıdır.'
Yani kendimize sevgi ve saygı gösterilmesini bekliyorsak, biz de herkese karşı sevgi ve saygı
göstermeliyiz. Bunun ilk adımı ailede başlar.
Aile, toplumun en küçük birimidir. Toplumun güçlü olması
için her aile yapısının sağlam olması gerekir. Aileye kuvvet veren en önemli unsur ise sevgi ve saygıdır.
Örnek bir ailede, bütün fertler ailesine bağlıdır. Herkes Ailenin huzur ve mutluluğunu bozacak davranışlardan
uzak durur. Birbirlerini üzmekten kaçınır, kırıcı sözler söylemez. Sevinçli ve üzüntülü günlerinde
birlikte olurlar. Ailenin problemlerini çözmek için hepsi elbirliği yapar. Kişisel sorunlarda ise, birbirlerine
destekçi ve yardımcıdırlar. Ailenin birlik ve beraberliğine önem verirler. Aile bütünlüğünü bozacak
hareketleri yapmazlar.
Küçükler, büyüklerine karşı daima saygılıdır. Onların tecrübe
ve tavsiyelerinden yararlanır. İsteklerini ve ricalarını yerine getirmeye çalışırlar. Karşılıklı
konuşmalarında büyüklerin sözünü kesmezler. Yanlarında otururken saygılı otururlar. İzin alınması
gereken konularda, onlardan habersiz hareket etmezler. Yapılması imkansız isteklerde bulunmazlar. Ailenin bütçesini
dikkate alır ve kendilerine verilen harçlıkları buna göre harcarlar. Paralarını israf etmezler.
Anne
ve babaya sevgi ve saygı duymanın dinimizde çok önemli yeri vardır. İslam'a göre Anne ve babaya
karşı gelmek büyük bir hatadır. Onların gönüllerini almadığımız sürece hiçbir işimiz
güzel gitmez. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de; Onlara 'Öf! ' diyecek kadar bile saygısız davranılmasını
yasaklar. Sevgili Peygamberimiz 'Cennet Annelerin ayakları altındadır.' diyerek, Anne sevgisinin ne
kadar mühim olduğunu ifade etmiştir. Çocuklar, Anne ve babanın haklarını ödeyemezler.
Ailede büyükler de küçüklere karşı daima sevgi ve hoşgörü besler. Önemsiz hatalarını görmezlikten
gelir ve kusurlarını tatlı dille izah ederler. Küçüklerin arzu ve isteklerini dinleyip bunlara önem verirler.
Söz verdikleri zaman yerine getirirler. Sorunlarını çözme konusunda yardım ederler. Bütün bu güzel
davranışların temeli sevgi saygı ve hoşgörüdür. Ailesinde sevgi ve saygıyı
hakim kılamayan insanlar , toplumda sevgi ve saygıdan söz edemezler.
Büyükler birçok konuda bizden
daha bilgili ve tecrübelidir. Onlar daima küçüklere yardımcı olmayı ve yol göstermeyi düşünür. Bu yüzden,
onların görüş ve düşünceleri hoşumuza gitmese de, öğütlerine kulak vermeliyiz. Bizlerin iyiliğini
istemekte samimi olduklarına inanmalı ve söylediklerini anlamaya çalışmalıyız. Onlarla beraberken
söz ve davranışlarımızda dikkatli olmalı, saygıda kusur etmemeliyiz. Yanlarında ayak ayak
üstüne atarak oturmamalı ve izin almadan uzanarak yatmamalıyız. Yolda karşılaştığımızda
selam vermeli ve hatırlarını sormalıyız.
Büyüklerimiz arasında öğretmenlerimize
ayrı bir değer vermeliyiz. Onlar bizim iyi yetişmemiz, güzel huylar kazanmamız ve hayatta başarılı
olmamız için gayret ederler. Bu sebeple, onların tavsiyelerini büyük bir dikkatle dinlemeliyiz. Okul içinde veya
dışında her zaman saygılı olmalıyız. Onları gördüğümüzde kıyafetimize
çeki düzen vermeli saygı içinde selamlamalıyız. Okulumuzdan mezun olduktan sonra bile ziyaretlerine gitmeli,
bize verdikleri emeği saygı ile anmalıyız.
Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı,
yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla duyulan hürmet.
saygı....
içten gelen incelik...
EN BÜYÜK ERDEMLERDEN BİRİSİDİR.İNSANDA OLAN
bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli,
özenli ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu. Hürmet
saygı...
karşı
tarafa davranışlarla, hak ettiği değeri vermek ve de göstermek...
Saygı bence
insanın kendini değerlendirmesidir. Kendini değerlendiren başkasını da değerlendirir. Başkasına
saygı gösteren aslinde kendi seviyesini gösteriyor..
bu olgunun evde aile tarafından kazandırılıp
kişinin okul yıllarında ve normal hayatında uygulayıp hayatına katabilmesi gereklidir..
Saygı :
Değer verme duygusu olarak görünse de Bizleri bir yolcu hayatı da bir yolculuk dersek Yolun adı saygı
olarak kalır. İnsan toplumsal bir varlıktır. Yaşamı boyunca değişik yollardan hedefe
doğru gider.ve bu gidiş esnasında insanlara olduğu gibi hayatını yönlendiren iş hayatına
da saygı duyar.
iş hayatında
saygı: emek fikir çalışanları faydalı olma sorunları çözme.v.s
Saygı, herhangi
bir ilişki türü içinde olunan bir kurum , birey ve benzerine, söz konusu varlık veya oluşumun ilgi ve
duygularının farkında tutum sergilemek, buna göre uygun bir davranış tarzını, tutumu benimsemektir.
Saygı, genellikle, ilişkide olunan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak değer ve
inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak bunlara önyargısız yaklaşmayı içerir.
Her ne kadar tersi gibi gözükse de saygı kavramı haklar kavramının varlığından
önce gelir ve haklar kavramına dayanmaz.
Bu terim genellikle
kişiler arası ilişkilerde kullanılır.
Değeri,
üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla
bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.
Başkalarını
rahatsız etmekten çekinme duygusu.
Aslında
saygı terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir; hayvanlar , gruplar,
müesseseler ve ülkeler arasında kullanabilen bir terimdir.
Her ne kadar
saygı zaman zaman kibarlık veya görgü ile eş anlamlı kullanılsa da, bunlar
birer davranış iken saygı bir tutum dur . Davranışlarda görülen kültürler arası farklılıklar
ve aynı davranışın farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıması sonucu zaman zaman
kişiler tamamen kendilerine dair unsurlardan veya dışa dönük çeşitli davranışlarından dolayı,
saygısızlık kastı olmasa da saygısız olarak tanımlanabilirler.
SABIR :
Sabır gösterme
ve yetinme: Bir olgunluk evresi olarak algılanan bu makamda; Tanrı’dan başkasına yakınmamak,
kutsal gerçeğe giderken aceleci olmamak, taşkınlık yapmamak, ölçülü olmak, verdiği kadarıyla
yetinmek,
Acıya katlanma,
sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin
gösterdiği yolda sebat etme.
Sabır ruhun
bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile
olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah'ın emirlerini yerine
getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşru olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek,
hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve
bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.
Bütün faziletlerin
anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi
sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer
taşır. "Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir" (el-Bakara, 2/153, 155).
Sabrın sonu
selamettir, başarıdır. Sabır acıdır. Fakat sonucu tatlıdır. Hz. Peygamber (s.a.s);
"Sabreden başarıya ulaşır' ; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır
bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere
karşı sabretmende bir çok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır.
Hz. Peygamber
(s.a.s); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen
tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın
önemini vurgulamıştır. Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere,
insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez.Çünkü
meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve
bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması
ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik
ve tembelliktir. Rasulullah (s.a.s); Ya Rabbi! Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım” (Buhari,
Cihad, 25) diye dua etmiştir.
Bazı sıkıntılar
vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve
şikayet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenab-ı Allah Kuran-ı
Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf, 12/18). Rasulullah (s.a.s) Sabr-ı cemil şikayet
edilmeyen sabırdır” buyurmuştur. Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabırsızlık
gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir.
Kur'ân-ı
Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak
ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında
tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca
vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.
Mü'minler, çoğu
zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli
işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, mü'minin güç
kaynağı, imanının koruyucusudur. Hz. Musa’ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar: "Ey
Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (el-Araf 7/126) diye duâ etmişlerdi. Sevgili
Peygamberimiz ve ilk müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri
bilinen bir husustur.
İbadetlerin
nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar,
sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda
böyledir. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:
"Her kim sabreder
ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (eş-Şurâ, 42/43); "İçinizden
mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz” (Muhammed,
47/31).
Çoğu zaman
insan nefsine uyar; Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen
fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır. Meselâ; cebindeki parasını
eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir. Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan
daha ilgi çekici görünür. Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir.
İşte
bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle
onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır.
Ayrıca insanlar
hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın
gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır.
Aksine davranış, insanı Allah Teâlâ'ya isyana ve nankörlüğe sürükler. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle
buyurmuştur: "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin
mükafatı boşa, çıkarmaz" (Yusuf, 12/90).
Peygamberler
sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Dileğimiz
Allah (c.c.)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır
(İbrahim, 14/5).
Sabrın sonu
selâmettir. Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı
insan iyi insandır. İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa
ereceklerini Allah Teâlâ haber vermiştir. Sabır zafere giden yoldur (el-Asr, 103/1-3).
Peygamber Efendimiz;
"Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hakk sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı
ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir" (Tirmizi, Birr, 76).
"Hoşlanmadığın
şeye sabretmende büyük fayda vardır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307) buyurmuştur.
Ayrıca Cenab-ı
Hakk şöyle buyuruyor:
"Muhakkak sizi
biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara,
2/ 155).
Bu ve benzeri
âyetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini
ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığım öğreniyoruz.
Sabırla
bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır. Onun için atalarımız: Sabırla koruk,
helva olur" demişlerdir.
Hz. Peygamber
şöyle buyuruyor:
"Mü'minin işi
hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mü'mine özgüdür.
Zira sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına belâ gelirse sabreder. Bu da onun
için hayırlıdır" (Riyâzüs-Sâlihin, 1, 54).
Bizim için mutlaka
hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır.
Allahın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine
eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış. Hükümdarlar tarafından zindana atılmış
ama onlar daima sabretmişlerdi. Kuran-ı Kerimde peygamberlerin sabrını dile getiren pek çok ayet-i kerime
vardır. Rasulullahın hayatı ise baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Bu sebeple her
müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allahtan sabır dilemek ve sabırlı
olmaktır.
SADAKAT :
Sadakat, Allah'a
gönülden iman eden müminlerin en belirgin özelliklerinden biridir. Allah yolunda gösterdikleri samimi sadakat, onların
ihlas sahibi kimseler olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü bir insanın Allah'a iman etmesi, hiçbir dünyevi
çıkar beklemeden yaşaması, hayatı boyunca Allah'ın rızasını kazanmak için çaba göstermesi,
sahip olduğu ve sevdiği her şeyi O'nun rızasına ulaşabilmek için kullanması ve kendisine
isabet eden zorluklara sabredebilmesi için kesinlikle güçlü bir sadakat ve bağlılık duygusuna ihtiyacı
vardır. İnsana bu yolda ilerleyebilme gücünü ve isteğini, ancak Allah'a karşı duyduğu sevgi
ve bunun getirdiği güçlü bağlılık ve sadakat kazandırabilir. Allah'a karşı duyulan bağlılık
ve teslimiyet ne kadar içten ve kuvvetli olursa, insan Allah'a o denli yakınlaşma fırsatı elde edecek
ve O'nun rızasını kazanmakta göstereceği çaba ve şevk de o kadar artacaktır. Müminlerin sahip
olduğu bu manevi gücün kaynağı, Allah'a karşı duydukları içten sadakat ve güvendir. Bu nedenle
sadakat, mümini diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerden biridir. Bir mümin, hayatının sonuna kadar
Allah'ın emir ve yasaklarına uyduğu takdirde, -Allah'ın izniyle- Allah'ın rahmeti ve cennetiyle karşılık
görecektir.
Sıkıntı
ve zorluk anları, inkarcıların sadakatsizliklerini ve samimiyetsizliklerini deşifre ederken, müminlerin
de Allah'a ve elçilere olan sadakatlerini ortaya çıkarmaktadır. Müminler, karşılaştıkları
zorluk anlarında, "...Bu, Allah'ın ve Resulünün bize vaat ettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir..."
(Ahzap Suresi, 22) diyerek, Allah'a karşı olan teslimiyetlerini ve bağlılıklarını dile
getirmişlerdir. Allah, bir Kuran ayetinde, "Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir." (Nahl Suresi, 42) şeklinde
bildirerek, müminlerin bu güzel ahlakını övmüştür. İşte müminlerin duydukları sadakatin gücü,
Kuran ahlakını yaşarken gösterdikleri şevk ve istekle kendini belli etmektedir.
Karşılaştığı
zorluk anlarında göstermiş olduğu tevekküllü ve teslimiyetli tavır ile tüm Müslümanlara örnek olan Peygamberimiz
Hz. Muhammed (sav), zorluk anlarında Allah'a sadakatte kararlılık gösterilmesi gerektiğini müminlere şöyle
hatırlatmıştır:
"...Bir şey
isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı
bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı
bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve
Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 314).
Sadakatin bir
başka önemi de, müminleri sürekli bir arada tutan önemli bir özellik olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda
sadakat, fitne çıkarmak, yapılan salih amellere engel olmak ve müminlerin arasını açıp bozmak gibi
çeşitli zarar verici faaliyetlerde bulunmaya çalışan kötü niyetli kimselerin, müminlerin içinde barınmasını
da zorlaştırır. Müminlerin Allah'a ve peygamberlere karşı duydukları içten sadakatin ve bağlılığın
taklit edilebilmesi mümkün değildir. Bu sadece müminlere özgü bir duygudur. Müminlerin arasına dine zarar verme
amacıyla giren kimseler, kendilerini ne kadar gizlemeye çalışsalar da, müminlerin teslimiyetini taklit edemedikleri
için, bu amaçlarını hiçbir zaman için gerçekleştiremezler. Allah'a karşı duyulan güçlü bir sadakat
ve teslimiyet, salih müminlerle kalplerinde hastalık bulunan kimseleri birbirinden ayırt edip ortaya çıkaracaktır.
Bu sadakat duygusu aynı zamanda güçlü bir bağlılık görevi görerek, müminleri hayat boyu birarada da tutacaktır.
Müminler, duydukları güçlü sadakat ile kendilerine zarar ve kötülük vermek isteyen kötü niyetli kimseleri rahatlıkla
teşhis edip, onlara karşı gereken önlemleri alabilirler. Ayrıca birbirlerinin samimiyetine ve bu yoldaki
azimlerine şahit oldukları için, birbirlerine olan sevgileri ve güvenleri daha da artacaktır. Bu şekilde
Allah bu kötü niyetli kimselerden müminleri arındırarak onları her zaman için dinç, güçlü ve kamil iman sahibi
kimseler kılacaktır.
Allah, iman ediyormuş
gibi görünmelerine rağmen, müminlere yardım etmeleri gerektiğinde çekimser kalan ve böylece Allah'a karşı
olan sadakatsizlikleri ortaya çıkan bu kimselerin tavırlarını Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Ama iman edenler
ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser
davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azapla azaplandıracaktır ve kendileri için Allah'tan
başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)
Müminler Allah'a
karşı güçlü bir teslimiyet ve kararlılık içerisinde oldukları için, en zor anlarda bile Allah'ın
rızasına en uygun olan kararı verip, ona göre hareket ederler. Onlar, Allah'ın "...Oysa onlara evla (olan):
İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a
sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu." (Muhammed Suresi, 20-21) ayetleriyle bildirdiği
gibi, her şartta Allah'a sadık kalmanın, kendileri için 'hayırlı' olduğunun bilincindedirler.
Allah bu ayetlerde ayrıca, güçlü bir sadakatin, insanın hak olan bir şey karşısında tereddüte
kapılmasını engellediğini ve kişiye kararlı bir tavır kazandırdığını
da haber vermektedir. Eğer insan güçlü bir iman ve teslimiyete sahipse, bu içten sadakat duygusu, onun kararsızlığa
düşmesini önleyecek ve nefsini yenmekte ona daima yardım edecektir. Böylece insan nasıl bir durumla karşılaşırsa
karşılaşsın, Allah'a duyduğu sadakati ve teslimiyetiyle, nefsine zor gelen bir şeyin rahatlıkla
üstesinden gelebilecektir.
Sadakatin müminlere
kazandırdığı bir başka önemli özellik de, birbirlerine olan 'güven ve sevgi'leridir. İman edenlerin
birbirlerine karşı duydukları sevgi ve güven, tamamen onların Allah yolunda gösterdikleri 'ciddi' çabaya
göre şekillenmektedir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için sahip olduğu herşeyini hayır
için kullanan, bu yolda 'dosdoğru' bir istikamet tutturan bir mümin, diğer Müslüman kardeşlerinin sevgisini
kazanacak ve onlara en güzel şekilde örnek olacaktır. İşte müminlerin Allah yolunda kendilerine isabet
eden her olayda gösterecekleri içten sadakat, birbirlerine karşı olan sevgi, bağlılık ve güvenlerinin
de artmasına neden olacaktır.
Sadakat mümine,
Allah yolunda yaptığı tüm salih amellerde ve Allah'ı razı edecek güzel ahlakı göstermekte bir
'süreklilik' de kazandırır. Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, şeytanın aldatmacaları
sonucunda, ibadetlerinde ve güzel ahlakta bu sürekliliği gösterememektedirler. Nefislerine ters gelen bir konuda ya da
karşılaştıkları en ufak bir zorlukta hemen yaptıkları hayırlı işlerden vazgeçebilmektedirler.
Gösterdikleri çaba ve istek zayıf olduğu için de, hedeflerine bir türlü ulaşamazlar. Bu durum, kalplerinde
yaptıkları işe karşı gerçek anlamda bir sadakat ve bağlılık hissetmemelerinden kaynaklanır.
Bu sadakat ve bağlılığı hissetmedikleri için, bunların kendilerine kazandıracağı
'süreklilikten' de mahrum kalmaktadırlar. Allah'a gönülden bağlanmış olan müminler ise, Allah'a karşı
duydukları bu içten sadakat sayesinde, Kuran ahlakını uygulamada ve Allah'ın rızasını kazanmada
hayatlarının sonuna kadar 'süreklilik' gösterebilmektedirler. Allah, müminler için hayırlı ve güzel olanın
'sürekli' salih amellerde bulunmak olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Mal ve çocuklar,
dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından
daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
Müminlerin sahip
olduğu içten sadakat, onların hareketlerine de yansıyarak, azimlerini ve Allah'a olan teslimiyetlerini artırmakta
ve daha da güçlenmelerine vesile olmaktadır. Buna karşılık Allah, münafık karakterli kimselerin kalplerindeki
'hastalıklarını' ortaya çıkarmaktadır. Allah Kuran'da, inkara yatkın olan bu zayıf imanlı
kimselerin, müminlere ve elçiye çeşitli engeller çıkararak onları zor durumda bırakmak ve onlara zarar
vermek isteyeceklerini bildirmektedir. Bu nedenle Allah müminlere, Allah yolunda hicret edip, Allah'a ve O'nun elçisine olan
sadakatlerini ve samimiyetlerini açıkça göstermedikçe, münafık karakterli kimseleri dost edinmemelerini öğütlemiştir:
Onlar, kendilerinin
inkara sapmaları gibi sizin de inkara sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah
yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin... (Nisa Suresi, 89)
bencaneren@hotmail.com