ANA SAYFA
TÜRKIYE
1 SAYFA
2 SAYFA
3 SAYFA
4 SAYFA
5 SAYFA
6 SAYFA
7 SAYFA
8 SAYFA
9 SAYFA
10 SAYFA
**11 SAYFA**
12 SAYFA
13 SAYFA
FOTORAFLAR
About Me
Favorite Links
YASSAH BABOOOO
Contact Me
EREN ALES Photo Album
My Pets
Vacation Photo Album
ANA SAYFANIN DEVAMI

BENCANERENIN MALIKHANESINE HOS GELDINIZ

1trabzonharita3.jpg

YOLU SEVGIDEN GECEN HERKESIN BULUSTUGU SON NOKTA
trabzonharitayazisi.jpg
GERCEK DOST GELDIGINDE BOSLUK DOLDURAN DEGIL GITTIGINDE YOKLUGU HISSEDILENDIR
www.blogcu.com/bencaneren
bayrak175lx2mu7df2zj.gif
www.blogcu.com/bencaneren

İKİYÜZLÜLÜK ve RİYAKARLIKLAR

25 Aralık1935 T.ve 2884 sayılı yasa

2 ocak 1936 yürürlük devamında  DERSİM  isyanı ve 6000 ölü ile bastırılması

CUMHURBAŞKANI

M.Kemal ATATÜRK

BAŞBAKAN

İsmet İNÖNÜ-Celal BAYAR

Bombardıman pilotu

Sabiha GÖKCEN

 

=

soru : ATATÜRK'ü SEVİYORMUSUN

 

ŞİMDİ SORUYA DÜRÜST cevap verelim

Ülkedeki bütün ATATÜRK'cü dernek ve kuruluşların yöneticisi olan ların % de 90 ı alevi-kürt kökenli vatandaşlar çıkar ve menfaatleri doğrultusunda amaç ve gayeleri için hemen hemen hepsi ATATÜRK cü

ÖZELLİKLE de BASINDAKİ bazı KÜLHANBEYLERİ

 hepsi riyakar ATATÜRK'ü maske olarak perde olarak kullanarak kimliklerini gizliyor DERSİM söz konusu olunca hepsi birden bırakın sevmeyi saygı göstermeyi hakaret etmeye küfürler saymaya başlıyorlar

2. soru

Sadece ve sadece İNANÇLARI gereği başını örten genç kızın başındaki örtüyü zorla açmaya kalkarsanız sizleri severmi sanıyorsunuz..!!!!!!

NE DİYORDUK

yada

NERDE KALMIŞTIK..???!!!!!!

 

DİN-İNANÇ VE ATATÜRK

 

İzmir’in kurtuluşundan sonra yorgun argın , çok tatlı bir yorgunluk, Ankara’ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün;kompartımanın kapısını çalar yaveri,açar kapıyı,yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri “ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz” der. “ Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı...setremi yastık yaptım üşüdüm... ben de uyumadım kalktım ” der.

Yaveri; “Aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla ,battaniye getirirdik” der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan derki “ Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması.

” Bu insana diktatör yada inanç sız demeye kimin dili varabilir... Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde,

''Bayrak bir ulusun onurudur'' diyerek basmayıp, kaldırtan bir insanın kendi milletini ve  o milletin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.

 

Bakın Mustafa Kemal Atatürk Subaylara hitaben 31.07.1920 tarihinde yaptığı konuşmada nasıl bu güne izler bırakmıştır....

''Efendiler!

Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.

Arkadaşlar!

İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını İmhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele İle mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vazıyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.


Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır.

 

Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

            Kuvvet ORDU dur.

Mevcudiyet MİLLET tir.

 

Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden MİLLET in,

KUVVET in lüzumuna olan VİCDANI  VE O VİCDANIN İTİKADI İMANI DIR….”

 

Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

           Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır.

           Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu İçin lazım olduğunu söylediğim kaynak ki  Milletin vicdanı imanıdır mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardır." O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak İstenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.

            Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve fesaretleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.

Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.

Onların yaşamak İçin bir çaresi sebebi vardır.

Şerefimi korumak!

Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.

            Dolayısıyla subay için "ya istiklâl. ya ölüm" vardır

Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”


''Mustafa Kemal Atatürk''

 

vatana ihanet eden hainler

Sabatay sevi

 

Babası İspanya’dan Osmanlı ülkesine göçen Yahudilerden Modehay Sebi’dir, Hollanda ve İngiliz şirketlerinin temsilciliği sayesinde servet sahibi olmuştu.

17. yy. yaşamış en önemli sahte Yahudi mesihi. ustun zekası, yakışıklılığı ve kurnazlığıyla doğru zamanı anlamış, kurtarıcı bekleyen birçok yahudiyi çevresine toplamıştır. daha sonra bir yandaşı tarafından padişaha ispiyonlanmış, ve "ya Müslüman ol ya da öl" teklifi karsısında "bu can bu bedenden çıkana dek Müslüman’ım" cevabini vermiştir.

 sabatay sevi, İzmirli bir Yahudi idi. 1626'da doğmuş, 1676'da vefat etmiştir. haham olan, sonra Yahudilerin beklediği mesih-i mev'ud (vaad edilmiş mesih) olduğu iddiasıyla ortaya çıkan sabatay sevi, bütün Yahudilik aleminde büyük heyecan uyandırmış bir kimsedir. bu zat, kendisini İsrail oğullarının kralı olarak ilan etmiş, Osmanlı ülkesinin birçok parçasını kardeşlerine, yakınlarına, peşine takılan bazı kimselere, onları hükümdar nasb ederek peşkeş çekmiştir.

 İstanbul’a saray'a getirtilmiş, ulemanın hazır bulunduğu bir mecliste sorguya çekilmiş, kellesinin gideceğini anlayınca yalancıktan kelime-i şahadet getirerek Müslüman olmuştur. bağlılarının bir kısmı da onu takip ve taklit ederek zahiren Müslüman gibi görünmüşlerdir.

 İşte, Türkiye Musevi cemaati ileri gelenlerinden Harry OJALV O’nun, "ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli Türk vardır" (aksiyon dergisi) diyerek önemlerine işaret ettiği Selanik dönmeleri, sabetaycılar, avdetiler denilen güçlü cemaat bunlardır.

Şu anda Türkiye'ye bu iki kimlikli cemaat veya lobi hakimdir.

Büyük medyanın yüzde kırkı (%40) onların kontrolündedir.

Kabine'de bir bakanları bulunmaktadır.

Çok hayati bir bakanlığın başında yirmi beş kadar büyük sabateist vardır. siyasette, kültürde, üniversitelerde, devlet idaresinde büyük tesirleri, nüfuzları, ağırlıkları vardır.

Günümüzde sabetaycılar üç kola ayrılmıştır.

Yakubiler, kapancılar ve karakaşlar.

ilginç yaşamı hakkında yazılan eserlerden bir kaçı :

gövsa - sabatay sevi, Ilgaz zorlu - evet, ben Selanikliyim

 

LAIKLIK VE TURKIYE

 

Size iki adet LAİKLİK tanımı sunuyorum

 

1: Bütün uygar dünya toplumlarınca kabul gören laiklik tanımıdır.

 

Vikipedi :

Laiklik, devlet yönetiminde her hangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir.

Laiklik, birey ve toplumu dinlerin baskısına karşı korur. bireylerin ve toplumun din ve inançları gereği veya inançsız yaşamlarını özgürce yaşayabilmesini teminat altına alır.

            Bu tanım laikliği kabul eden ve uygulayan diğer devletlerde aynen uygulanmakta ufak tefek aksaklıklar olsada kesinlikle insanların inançlarına saygısızlık edilmemekte ,siyasetci ve devlet yöneticileri inanç ticareti yapmamaktadırlar çıkar sağlamak için dini inancı baskı altındada tutamazlar dini siyasette yapamazlar.

 

2:

Sade ve sadece TÜRKİYEYE mahsus olan belirli bir zümrenin çıkar ve menfaatleri doğrultusunda uygulanan LAİKLİK tanımıdır.

Laiklik :

Devletin kurum ve kuruluşlarını (ve hatta hiç olmadığı halde yasaklar varmış gibi kabul ederek) baskı aracı olarak kullanarak insanlık tan nasibini almamış olan sosyal yaşamdan uzak, halktan kopuk, inançlardan bihaber ateist belli bir zümrenin istek ve arzuları doğrultusunda toplumun inancının  gereği yaşaması gereken giyim kuşam ve yaşantısından men etmek özellikle inançlarını yaşamaması için baskı ve zulüm altında tutmak,eğitimini engellemek toplumu baskı altında tutarak sömürmek.

 

Laiklik kavramını uygulayanlar ve bu kavramın değişmemesi için var güçleri ile savaş verenler hatta bir televizyon kanalından (Avrasya tv) masalara hiddetle öylesine bir kin öylesine bir nefretle vuruyor ki sayın çü çük prof. ağzından salyalar fışkırıyor farkında bile değil zavallı spiker kızcağızda sanki korkmuş bir kedi gibi usulca sorularını sormaya çalışıyor ve bu küçücük beyinsiz prof.çü çük masaya vurarak bu milletin huzurunda iç savaş ilan ediyor,TÜRKİYE de iç savaş başlamıştır diyor,80 öncesinde nasıl ki insanları sağcı solcu ,milliyetçi komünist,alevi Sünni diye mihraklara ayırarak bir birlerinin kanlarını döktürüp,bir birlerini katlettirip seyrettiysek diyor bugünde aynı savaşı başlatmış bulunuyoruz diye nara atıyor zavallı beyinsiz çü çük prof.Millette  bu aymazı öğlesine seyrediyor galiba..?????

 

Kim bu çü çük prof.

 

Sebetay sevi nin (sahte Mesih in) torunlarından, Sebetayist , yani bu milletin ispanya katliamından kurtardığı ve bugünlere kadar da kolladığı hatta yemeyip yedirdiği içmeyip içirdiği çalıştırmadan beslediği başına taç yaptığı  mahluklar silsilesinden bir çüçücük çü çük ,yani münafık, yani sahte Mesihlerden, yani kıçı sıkışınca şehadet getiren iki yüzlü ateistlerden, yani Osmanlının onlara tanıdığı imtiyazları dahi az bularak Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne sebep olan vatan hainlerinden, yani KURTULUŞ SAVAŞINDA bu ülkeyi terk ederek kaçanlardan, yani Mustafa Kemal ATATÜRK ün yasakladığı MASON localarından,yani ATATÜRK’ü zehirleyen ATATÜRK düşmanlarından, yani kurtuluş savaşı bitince ülkeye geri dönerek DEVLETİN en üst mevki ve makamlarını işgal eden vatan haini ATATÜRK düşmanlarından,yani bu ülkede ezanı MUHAMMED iyeyi anlamsız ve manasız bir şekilde Türkçe okutanlardan,ATATÜRK ün vefatından sonra TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE ATATÜRK le ilgili hiçbir resmi evrak,para,portre pul bırakmayarak yürürlükten kaldıran kan emicilerden,yani 71 yıldır bu milletin maneviyatına küfür eden zavallılardan bir çükcük prof.

Yani  Beyaz Türklerden,yani JönTürklerden,Yani Sebetaycılardan,Yani Mason localarından.yani vatan hainlerinden,yani Türk ve İslam düşmanlarından

 

YANİ :DUL KADININ ÇOCUKLARINDAN

 

SEVGİ :

 Sevgi: Erdemli olmaktır.

Sevgi, yaratılan her şeyi sevmektir, razı olmaktır. Yaratandan ötürü ve o gözle bakmaktır kainata.
Yaratılan hiçbir şey gereksiz ya da noksan değildir. Noksan, gereksiz ya da çirkin diye ifade ettiklerimiz bizim kendi eksiğimizdir.
Sevgi gece gibidir sevgisizliği örter.
Sevgi; sevilmeden sevmek ve almadan vermektir.
Dünyaya bakın, yaratılan her şey insanların hizmetine sunulmuştur. Beş duyumuzla asıl önemlisi de gönül gözümüzle seyredebilirsek bu alemi; insana ne kadar değer verildiğini görürüz de biz aynı değeri veremeyiz kendimize.
Kendimizi sevmeyi dolayısıyla da tüm insanlığa sevgi penceresinde bakmayı beceremeyiz. En büyük kötülüğü yine kendimiz yaparız kendimize.
İnsan olmaktır sevmek.. ..

sevgi aşk demektir hepimizin bildiği gibi de aşk çok güzel bişeydir.sevginin anlamı saymakla bitmez ama en güzel anlamı aşktır...

sevgi yaşamak demektir.sevgi binevi yaşama kaynağıdır.Aşkda aynıdır.Ama sevginin yeri çok ayrıdır.Sevgisiz hiç bişey olmaz.Aşk bile sevgi ile olur.Bu yüzden sevmek zordur
ama en güzel anlamıda sevginin aşktır

sevgi yürekte biriken tüm olumlu düşüncelerin dışa vurumudur...sadece aşkla sınırlayamayız...sevgi çok büyük bir okyanustur...aşk ancak içinde bir su damlası olabilir...sevmek,kuşu böceği çiçeği...anneyi babayı dostu...zamanı anıları...umudu...hiç tanımadığın birini...ve daha bir çok şeyi....

sevgi;yüreğimizin en derinliklerinde saklanan ve ortaya çıkmak için gerçek seveni ve sevgiye dair ne olursa olsun umudunun hiç tükenmediği ni bilen birini beklemektir...

SEVGİ:karşılığını almayacağını bilerek ekmektir..
SEVGİ:"yetti artık" diyememektir.

SEVGİ: Allahın insanın ruhuna kendi nurundan kattığı güzellik, insana en büyük ihsan

 

Sevgi,  "İnsan ı  bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu" olarak tanımlanırsa da, bu tanımın yetersiz ve yüzeysel olduğunu söyleyen birçok Kişi , sevginin tam anlamıyla tanımlanamayacağını düşünmektedir.

Sevgi denildiğinde genellikle akla ilk önce, iki karşı cins arasındaki duygusal çekim gelmekteyse de, aslında sevgi, yöneldiği hedefe (sevgiliye duyulan sevgi, Allah (c.c) sevgisi, Vatan sevgisi, ebeveyn e duyulan sevgi, çocuğa duyulan sevgi vs.) ve biçimlerine bağlı olarak büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Şefkat , Merhamet  ve Fedakarlık  sevginin farklı kılıklardaki yansımalarıdır.

Sevgi insanların  ruhunda bulunan değerli ve olumlu bir yetenektir.

Fakat insanlar bu yeteneklerini her zaman ideale yakın bir değer olarak kullanamamaktadırlar. Yani insanlar birbirlerini gerektiği gibi sevememektedirler.

Sevgi her şeyden önce fedakarlıktır, yani hiçbir karşılık beklemeden başkasına kendinden bir şeyler vermek esasına dayanır.

Gerçek sevgi merhamet, şefkat, fedakarlık gibi diğerkamca davranışlarla, uygulamalarla kendini gösterir; aksi takdirde kuru bir laftan ibaret kalır.

Gerçek mutluluk, ebedi olmayan maddi değerlerle değil, ebedi olan canlı varlıklara, özellikle insana duyulan sevgiyle ve diğer değer hareketleri ile ilgilidir.

 SAYGI :

 

İnsanlar arasındaki ilişkilerin en önemli kuralı sevgi  ve saygıdır. Bu yüzden, her İnsan çevresinden sevgi  ve saygı bekler. Sevgili Peygamberimizin bu konuda çok güzel bir sözü vardır: 'İnsan, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına karşı da öyle davranmalıdır.' Yani kendimize sevgi  ve saygı gösterilmesini bekliyorsak, biz de herkese karşı sevgi  ve saygı göstermeliyiz. Bunun ilk adımı ailede başlar.

Aile, toplumun en küçük birimidir. Toplumun güçlü olması için her aile yapısının sağlam olması gerekir. Aileye kuvvet veren en önemli unsur ise sevgi ve saygıdır. Örnek bir ailede, bütün fertler ailesine bağlıdır. Herkes Ailenin huzur ve mutluluğunu bozacak davranışlardan uzak durur. Birbirlerini üzmekten kaçınır, kırıcı sözler söylemez. Sevinçli ve üzüntülü günlerinde birlikte olurlar. Ailenin problemlerini çözmek için hepsi elbirliği yapar. Kişisel sorunlarda ise, birbirlerine destekçi ve yardımcıdırlar. Ailenin birlik ve beraberliğine önem verirler. Aile bütünlüğünü bozacak hareketleri yapmazlar.

Küçükler, büyüklerine karşı daima saygılıdır. Onların tecrübe ve tavsiyelerinden yararlanır. İsteklerini ve ricalarını yerine getirmeye çalışırlar. Karşılıklı konuşmalarında büyüklerin sözünü kesmezler. Yanlarında otururken saygılı otururlar. İzin alınması gereken konularda, onlardan habersiz hareket etmezler. Yapılması imkansız isteklerde bulunmazlar. Ailenin bütçesini dikkate alır ve kendilerine verilen harçlıkları buna göre harcarlar. Paralarını israf etmezler.

Anne ve babaya sevgi  ve saygı duymanın dinimizde çok önemli yeri vardır. İslam'a göre Anne ve babaya karşı gelmek büyük bir hatadır. Onların gönüllerini almadığımız sürece hiçbir işimiz güzel gitmez. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de; Onlara 'Öf! ' diyecek kadar bile saygısız davranılmasını yasaklar. Sevgili Peygamberimiz 'Cennet Annelerin ayakları altındadır.' diyerek, Anne sevgisinin   ne kadar mühim olduğunu ifade etmiştir. Çocuklar, Anne  ve babanın haklarını ödeyemezler. Ailede büyükler de küçüklere karşı daima sevgi  ve hoşgörü besler. Önemsiz hatalarını görmezlikten gelir ve kusurlarını tatlı dille izah ederler. Küçüklerin arzu ve isteklerini dinleyip bunlara önem verirler. Söz verdikleri zaman  yerine getirirler. Sorunlarını çözme konusunda yardım ederler. Bütün bu güzel davranışların temeli sevgi  saygı ve hoşgörüdür. Ailesinde  sevgi  ve saygıyı hakim kılamayan insanlar , toplumda  sevgi ve saygıdan söz edemezler.

Büyükler birçok konuda bizden daha bilgili ve tecrübelidir. Onlar daima küçüklere yardımcı olmayı ve yol göstermeyi düşünür. Bu yüzden, onların görüş ve düşünceleri hoşumuza gitmese de, öğütlerine kulak vermeliyiz. Bizlerin iyiliğini istemekte samimi olduklarına inanmalı ve söylediklerini anlamaya çalışmalıyız. Onlarla beraberken söz ve davranışlarımızda dikkatli olmalı, saygıda kusur etmemeliyiz. Yanlarında ayak ayak üstüne atarak oturmamalı ve izin almadan uzanarak yatmamalıyız. Yolda karşılaştığımızda selam vermeli ve hatırlarını sormalıyız.

Büyüklerimiz arasında öğretmenlerimize ayrı bir değer vermeliyiz. Onlar bizim iyi yetişmemiz, güzel huylar kazanmamız ve hayatta  başarılı olmamız için gayret ederler. Bu sebeple, onların tavsiyelerini büyük bir dikkatle dinlemeliyiz. Okul içinde veya dışında her zaman  saygılı olmalıyız. Onları gördüğümüzde kıyafetimize çeki düzen vermeli saygı içinde selamlamalıyız. Okulumuzdan mezun olduktan sonra bile ziyaretlerine gitmeli, bize verdikleri emeği saygı ile anmalıyız.
Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla duyulan hürmet.

saygı....

içten gelen incelik... EN BÜYÜK ERDEMLERDEN BİRİSİDİR.İNSANDA OLAN
bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu. Hürmet

saygı...
karşı tarafa davranışlarla, hak ettiği değeri vermek ve de göstermek...

Saygı bence insanın kendini değerlendirmesidir. Kendini değerlendiren başkasını da değerlendirir. Başkasına saygı gösteren aslinde kendi seviyesini gösteriyor..
bu olgunun evde aile tarafından kazandırılıp kişinin okul yıllarında ve normal hayatında uygulayıp hayatına katabilmesi gereklidir..

 

Saygı : Değer verme duygusu olarak görünse de Bizleri bir yolcu hayatı da bir yolculuk dersek Yolun adı saygı olarak kalır. İnsan toplumsal bir varlıktır. Yaşamı boyunca değişik yollardan hedefe doğru gider.ve bu gidiş esnasında insanlara olduğu gibi hayatını yönlendiren iş hayatına da saygı duyar.

iş hayatında saygı: emek fikir çalışanları faydalı olma sorunları çözme.v.s

 

Saygı, herhangi bir ilişki türü içinde olunan bir  kurum , birey ve benzerine, söz konusu varlık veya oluşumun ilgi ve duygularının farkında tutum sergilemek, buna göre uygun bir davranış tarzını,  tutumu benimsemektir. Saygı, genellikle, ilişkide olunan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun  hak değer ve inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak bunlara  önyargısız  yaklaşmayı içerir. Her ne kadar tersi gibi gözükse de saygı kavramı  haklar kavramının varlığından önce gelir ve haklar kavramına dayanmaz.

Bu terim genellikle kişiler arası ilişkilerde kullanılır.

Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.

Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu.

Aslında saygı terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir;  hayvanlar , gruplar, müesseseler  ve ülkeler arasında kullanabilen bir terimdir.

Her ne kadar saygı zaman zaman kibarlık  veya görgü  ile  eş anlamlı kullanılsa da, bunlar birer davranış iken saygı bir tutum dur . Davranışlarda görülen kültürler arası farklılıklar ve aynı davranışın farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıması sonucu zaman zaman kişiler tamamen kendilerine dair unsurlardan veya dışa dönük çeşitli davranışlarından dolayı, saygısızlık kastı olmasa da saygısız olarak tanımlanabilirler.

 

SABIR :

 

Sabır gösterme ve yetinme: Bir olgunluk evresi olarak algılanan bu makamda; Tanrı’dan başkasına yakınmamak, kutsal gerçeğe giderken aceleci olmamak, taşkınlık yapmamak, ölçülü olmak, verdiği kadarıyla yetinmek,

Acıya katlanma, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukavemet etme, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etme.

Sabır ruhun bir melekesidir, güzel bir huydur. Tahammülü zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır ile olur. Bir hakkı müdafaa ve muhafaza etmek için gösterilen sebat, sabretmekle mümkündür. Allah'ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşru olmayan istek ve arzularına mukavemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.

Bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı bu güzel özelliktir. Her türlü rezaletin sebebi sabırsızlık veya gerektiği kadar sabır gösterememektir. Sabır her faziletin üstünde bir değer taşır. "Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir" (el-Bakara, 2/153, 155).

Sabrın sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır. Fakat sonucu tatlıdır. Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabreden başarıya ulaşır' ; "Sabır başarının anahtarıdır"; "Sabır bir ışıktır"; "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir"; "Sana sıkıntı veren şeylere karşı sabretmende bir çok hayır vardır" buyurarak sabrın faziletini anlatmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s); "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür" (Buhârî, Cenâiz, 32) sözüyle bir felaketle ilk karşılaştığı zamandaki sabrın önemini vurgulamıştır. Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez.Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir. Rasulullah (s.a.s); Ya Rabbi! Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım” (Buhari, Cihad, 25) diye dua etmiştir.

Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman heyecana kapılmadan ve şikayet etmeden takdir-i ilâhiye razı olup sabretmek müminlerin özelliklerindendir. Nitekim Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerimde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir. (Yusuf, 12/18). Rasulullah (s.a.s) Sabr-ı cemil şikayet edilmeyen sabırdır” buyurmuştur. Aslında elden bir şey geldiği zamanlarda sabırsızlık gelmediği zamanlarda sabırsızlık göstermenin bir faydası yoktur ve lüzumsuz bir harekettir.

Kur'ân-ı Kerim'in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, insan tabiatına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymak demektir. Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.

Mü'minler, çoğu zaman sırf inandıkları için Allah düşmanlarının zulüm ve kötülüklerine hedef olurlar; çeşitli işkencelere uğrar, onlarla savaşmak zorunda kalırlar. İşte bu durumda sabır, mü'minin güç kaynağı, imanının koruyucusudur. Hz. Musa’ya inananlara Firavun eziyet etmek isteyince onlar: "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (el-Araf 7/126) diye duâ etmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz ve ilk müslümanların, yapılan işkence ve eziyetlere nasıl sabır ve tahammül gösterdikleri bilinen bir husustur.

İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız. Diğer ibadetler ve ahlâkî davranışlarda böyledir. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:

"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (eş-Şurâ, 42/43); "İçinizden mücahitleri ve sabredenleri belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz” (Muhammed, 47/31).

Çoğu zaman insan nefsine uyar; Allah Teâlâ'nın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmak ona zor gelir, nefse hoş gelen fena arzularını tatmin etmek ister, iyilik ve faziletlerden kaçınır. Meselâ; cebindeki parasını eğlence ve zevkleri için harcamak, bir yoksula vermekten daha hoş gelir. Bir çocuk için oyun oynamak, ders çalışmaktan daha ilgi çekici görünür. Gezip tozmak, çalışıp kazanmaya tercih edilir.

İşte bu durumda, insanın, kendisine zor gelse bile, iyi olanı, faydalı olanı seçmesi, sabır ve tahammülle onu yerine getirmeye çalışması çok güzel bir davranıştır.

Ayrıca insanlar hayat boyunca, bolluk veya yokluk içinde kalabilir, sağlıklı iken hastalanır, sel, deprem, yangın gibi felâketlerle karşılaşabilir; bütün bu durumlarda insanın en büyük dayanağı sabırdır. Aksine davranış, insanı Allah Teâlâ'ya isyana ve nankörlüğe sürükler. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmuştur: "Doğrusu kim Allah'tan korkar ve düştüğü felâkete sabrederse; muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükafatı boşa, çıkarmaz" (Yusuf, 12/90).

Peygamberler sabrın en büyük örnekleridir. Çünkü onlar bütün güçlükleri sabırla karşılamışlardır. Dileğimiz Allah (c.c.)'ın bizi, "belâlarına çok sabreden ve nimetlerine çok şükreden" kullarından eylemesi olmalıdır (İbrahim, 14/5).

Sabrın sonu selâmettir. Sabır, iman ve ibadetin, ilim ve hikmetin, kısaca bütün faziletlerin başıdır. Sabırlı insan iyi insandır. İyi işler yapıp birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceklerini Allah Teâlâ haber vermiştir. Sabır zafere giden yoldur (el-Asr, 103/1-3).

Peygamber Efendimiz; "Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hakk sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiç bir kimseye verilmemiştir" (Tirmizi, Birr, 76).

"Hoşlanmadığın şeye sabretmende büyük fayda vardır" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307) buyurmuştur.

Ayrıca Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/ 155).

Bu ve benzeri âyetlerden Allah Teâlâ'nın insanları çeşitli sıkıntılara uğratarak imtihan ettiğini ve bu imtihanı sabredenlerin kazandığım öğreniyoruz.

Sabırla bütün zorluklar halledilmekte, her türlü engel aşılmaktadır. Onun için atalarımız: Sabırla koruk, helva olur" demişlerdir.

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

"Mü'minin işi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mü'mine özgüdür. Zira sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına belâ gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır" (Riyâzüs-Sâlihin, 1, 54).

Bizim için mutlaka hayırlı olduğuna inandığımız sabır, bütün peygamberlerin ortak sıfatıdır. Allahın dinini tebliğ ederken hepsi çeşitli sıkıntılara uğramış, kendilerine eziyet edilmiş, yurtlarından çıkarılmış. Hükümdarlar tarafından zindana atılmış ama onlar daima sabretmişlerdi. Kuran-ı Kerimde peygamberlerin sabrını dile getiren pek çok ayet-i kerime vardır. Rasulullahın hayatı ise baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Bu sebeple her müslümana düşen görev, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek, Allahtan sabır dilemek ve sabırlı olmaktır.

 

SADAKAT :

 

Sadakat, Allah'a gönülden iman eden müminlerin en belirgin özelliklerinden biridir. Allah yolunda gösterdikleri samimi sadakat, onların ihlas sahibi kimseler olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü bir insanın Allah'a iman etmesi, hiçbir dünyevi çıkar beklemeden yaşaması, hayatı boyunca Allah'ın rızasını kazanmak için çaba göstermesi, sahip olduğu ve sevdiği her şeyi O'nun rızasına ulaşabilmek için kullanması ve kendisine isabet eden zorluklara sabredebilmesi için kesinlikle güçlü bir sadakat ve bağlılık duygusuna ihtiyacı vardır. İnsana bu yolda ilerleyebilme gücünü ve isteğini, ancak Allah'a karşı duyduğu sevgi ve bunun getirdiği güçlü bağlılık ve sadakat kazandırabilir. Allah'a karşı duyulan bağlılık ve teslimiyet ne kadar içten ve kuvvetli olursa, insan Allah'a o denli yakınlaşma fırsatı elde edecek ve O'nun rızasını kazanmakta göstereceği çaba ve şevk de o kadar artacaktır. Müminlerin sahip olduğu bu manevi gücün kaynağı, Allah'a karşı duydukları içten sadakat ve güvendir. Bu nedenle sadakat, mümini diğer insanlardan ayıran en temel özelliklerden biridir. Bir mümin, hayatının sonuna kadar Allah'ın emir ve yasaklarına uyduğu takdirde, -Allah'ın izniyle- Allah'ın rahmeti ve cennetiyle karşılık görecektir.

Sıkıntı ve zorluk anları, inkarcıların sadakatsizliklerini ve samimiyetsizliklerini deşifre ederken, müminlerin de Allah'a ve elçilere olan sadakatlerini ortaya çıkarmaktadır. Müminler, karşılaştıkları zorluk anlarında, "...Bu, Allah'ın ve Resulünün bize vaat ettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir..." (Ahzap Suresi, 22) diyerek, Allah'a karşı olan teslimiyetlerini ve bağlılıklarını dile getirmişlerdir. Allah, bir Kuran ayetinde, "Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir." (Nahl Suresi, 42) şeklinde bildirerek, müminlerin bu güzel ahlakını övmüştür. İşte müminlerin duydukları sadakatin gücü, Kuran ahlakını yaşarken gösterdikleri şevk ve istekle kendini belli etmektedir.

Karşılaştığı zorluk anlarında göstermiş olduğu tevekküllü ve teslimiyetli tavır ile tüm Müslümanlara örnek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), zorluk anlarında Allah'a sadakatte kararlılık gösterilmesi gerektiğini müminlere şöyle hatırlatmıştır:

"...Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 314).

Sadakatin bir başka önemi de, müminleri sürekli bir arada tutan önemli bir özellik olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda sadakat, fitne çıkarmak, yapılan salih amellere engel olmak ve müminlerin arasını açıp bozmak gibi çeşitli zarar verici faaliyetlerde bulunmaya çalışan kötü niyetli kimselerin, müminlerin içinde barınmasını da zorlaştırır. Müminlerin Allah'a ve peygamberlere karşı duydukları içten sadakatin ve bağlılığın taklit edilebilmesi mümkün değildir. Bu sadece müminlere özgü bir duygudur. Müminlerin arasına dine zarar verme amacıyla giren kimseler, kendilerini ne kadar gizlemeye çalışsalar da, müminlerin teslimiyetini taklit edemedikleri için, bu amaçlarını hiçbir zaman için gerçekleştiremezler. Allah'a karşı duyulan güçlü bir sadakat ve teslimiyet, salih müminlerle kalplerinde hastalık bulunan kimseleri birbirinden ayırt edip ortaya çıkaracaktır. Bu sadakat duygusu aynı zamanda güçlü bir bağlılık görevi görerek, müminleri hayat boyu birarada da tutacaktır. Müminler, duydukları güçlü sadakat ile kendilerine zarar ve kötülük vermek isteyen kötü niyetli kimseleri rahatlıkla teşhis edip, onlara karşı gereken önlemleri alabilirler. Ayrıca birbirlerinin samimiyetine ve bu yoldaki azimlerine şahit oldukları için, birbirlerine olan sevgileri ve güvenleri daha da artacaktır. Bu şekilde Allah bu kötü niyetli kimselerden müminleri arındırarak onları her zaman için dinç, güçlü ve kamil iman sahibi kimseler kılacaktır.

Allah, iman ediyormuş gibi görünmelerine rağmen, müminlere yardım etmeleri gerektiğinde çekimser kalan ve böylece Allah'a karşı olan sadakatsizlikleri ortaya çıkan bu kimselerin tavırlarını Kuran'da şöyle haber vermektedir:

Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azapla azaplandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

Müminler Allah'a karşı güçlü bir teslimiyet ve kararlılık içerisinde oldukları için, en zor anlarda bile Allah'ın rızasına en uygun olan kararı verip, ona göre hareket ederler. Onlar, Allah'ın "...Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu." (Muhammed Suresi, 20-21) ayetleriyle bildirdiği gibi, her şartta Allah'a sadık kalmanın, kendileri için 'hayırlı' olduğunun bilincindedirler. Allah bu ayetlerde ayrıca, güçlü bir sadakatin, insanın hak olan bir şey karşısında tereddüte kapılmasını engellediğini ve kişiye kararlı bir tavır kazandırdığını da haber vermektedir. Eğer insan güçlü bir iman ve teslimiyete sahipse, bu içten sadakat duygusu, onun kararsızlığa düşmesini önleyecek ve nefsini yenmekte ona daima yardım edecektir. Böylece insan nasıl bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın, Allah'a duyduğu sadakati ve teslimiyetiyle, nefsine zor gelen bir şeyin rahatlıkla üstesinden gelebilecektir.

Sadakatin müminlere kazandırdığı bir başka önemli özellik de, birbirlerine olan 'güven ve sevgi'leridir. İman edenlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi ve güven, tamamen onların Allah yolunda gösterdikleri 'ciddi' çabaya göre şekillenmektedir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için sahip olduğu herşeyini hayır için kullanan, bu yolda 'dosdoğru' bir istikamet tutturan bir mümin, diğer Müslüman kardeşlerinin sevgisini kazanacak ve onlara en güzel şekilde örnek olacaktır. İşte müminlerin Allah yolunda kendilerine isabet eden her olayda gösterecekleri içten sadakat, birbirlerine karşı olan sevgi, bağlılık ve güvenlerinin de artmasına neden olacaktır.

Sadakat mümine, Allah yolunda yaptığı tüm salih amellerde ve Allah'ı razı edecek güzel ahlakı göstermekte bir 'süreklilik' de kazandırır. Kalplerinde hastalık bulunan münafıklar, şeytanın aldatmacaları sonucunda, ibadetlerinde ve güzel ahlakta bu sürekliliği gösterememektedirler. Nefislerine ters gelen bir konuda ya da karşılaştıkları en ufak bir zorlukta hemen yaptıkları hayırlı işlerden vazgeçebilmektedirler. Gösterdikleri çaba ve istek zayıf olduğu için de, hedeflerine bir türlü ulaşamazlar. Bu durum, kalplerinde yaptıkları işe karşı gerçek anlamda bir sadakat ve bağlılık hissetmemelerinden kaynaklanır. Bu sadakat ve bağlılığı hissetmedikleri için, bunların kendilerine kazandıracağı 'süreklilikten' de mahrum kalmaktadırlar. Allah'a gönülden bağlanmış olan müminler ise, Allah'a karşı duydukları bu içten sadakat sayesinde, Kuran ahlakını uygulamada ve Allah'ın rızasını kazanmada hayatlarının sonuna kadar 'süreklilik' gösterebilmektedirler. Allah, müminler için hayırlı ve güzel olanın 'sürekli' salih amellerde bulunmak olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)

Müminlerin sahip olduğu içten sadakat, onların hareketlerine de yansıyarak, azimlerini ve Allah'a olan teslimiyetlerini artırmakta ve daha da güçlenmelerine vesile olmaktadır. Buna karşılık Allah, münafık karakterli kimselerin kalplerindeki 'hastalıklarını' ortaya çıkarmaktadır. Allah Kuran'da, inkara yatkın olan bu zayıf imanlı kimselerin, müminlere ve elçiye çeşitli engeller çıkararak onları zor durumda bırakmak ve onlara zarar vermek isteyeceklerini bildirmektedir. Bu nedenle Allah müminlere, Allah yolunda hicret edip, Allah'a ve O'nun elçisine olan sadakatlerini ve samimiyetlerini açıkça göstermedikçe, münafık karakterli kimseleri dost edinmemelerini öğütlemiştir:

Onlar, kendilerinin inkara sapmaları gibi sizin de inkara sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin... (Nisa Suresi, 89)

 

bencaneren@hotmail.com

 

 

VATAN SATILMAZ
bencaneren.jpg

allah.gif

 

ACIYA KURSUN GECMEZ

BEN ACI ILE YOGRULMUSUM

BOSUNA SIKMA KURSUNLARINI

BEN ACIYIM ACI ISE BEN

 

bencaneren....................

Please get in touch with any comments or reactions to my site.